Yalnızlık garipliğin ta kendisi değil mi? İster bir başına dinle sessizliği, isterse kalabalıkların gürültüsü içinde arkadaş ol sessizlikle. Fark yok aslında…
Çizilen tüm daireler, dönülen tüm sarmal kısır döngüler, er yada geç, gönüllü yada gönülsüz bu garipliğin kapısına dayar insanoğlunu.Aklın sınırları zorlanır, ruh asla ait olamadığı bu yansımalarla dolu dünyadan uzaklara,belki gökyüzüne süzülüp akmak, yıldızlara karışmak ister. Nefs alamadığı her paydan bir hak almanın, kendini sürekli haklı ve yeterli görmenin derdindedir.Doyumsuz istekleri ve ısrarla sürdürdüğü benlik davası aklının, ruhunun ,kalbinin önünde aşılması güç bir dağ gibi dikiliverir.
Ve kalp…Vücut sarayının efendisi…
Hepsinin karmaşası arasında göğüs kafesinin içinde olduğu kadar manevi kafeslerin içerisinde bulur kendini..Oysa yaratılışındaki masumluğun, saflığın verdiği huzurdur ancak, kalbin ağrılarını sancılarını dindirebilecek tek şey. Bedenindeki diğer asi ve başına buyruk komutanların attığı her yanlış ve huzurdan uzak adım, her gün biraz daha mahzunlaştırır vücut sarayının efendisini.Dilsizdir aynı zamanda. Dile gelip konuşabilmesi, hak etmediği ağırlıklardan kurtulabilmesi ile mümkündür ancak.
Bazen kolay yollardan öğrenebilir insanlar bu ağırlıklardan kurtulmayı. Yine de nadirdir bu durum. Çoğunlukla zor yollarda geçerek, sarp kayalıklardan dik yokuşlardan yürüyerek, elleri, ayakları, hatta yüreği kanayarak ve genelde düşe kalka öğrenir yürüdüğü yolda yüklerini birer, birer bırakması gerektiğini. Kayıplar verir, hayal kırıklıkları, vazgeçişler eklenir gözyaşlarına. Eğer yolun sonuna davetli bir yolcu ise kişi, en çok sevdiği en çok vazgeçemediği ne yada neler ise onlarla sınanır sabrı. Ve bir gün gelir o kalpler, yana yakıla, sayısız kapının tokmağını çalarak adeta çırpınırcasına aradığı huzuru tek bir yerde bulabileceğini fark eder.
İşte o zaman kişi tüm teslimiyeti ile Rabbine yönelir.
Çünkü kalpler sadece ve sadece Allah’ın (c.c). zikri ile mutmain olabilir.