Her sene 1 Eylül sabahı yaşadığım çok özel bir an var. Dışarı çıktığım anda Eylül ayının o kendine has kokusunu içime çektiğim ve gülümsediğim an. Her mevsimin kendine has hatta daha yaklaşırken hissedilen bir kokusu zaten var. Ama Eylül gerçekten başka… Eylül tek başına ayrı bir mevsim!
Sonbaharın dolayısıyla hüznün ayak sesi Eylül. Tüm doğanın yeniden tazeleneceği güne kadar, adım, adım kabuğuna çekilişini izleriz. Bakmaya doyamadığımız yeşiller yerlerini sarının ve kahvenin tonlarına bırakmaya başlar. Eylül bir yandan bir ayağımızın hala yakıcı sıcaklarda olduğu, yazın, hayatın, doğanın, tatilin dolu, dolu yaşandığı günlerde tutar bizi, diğer yandan kışın habercisi sonbahara, vazgeçilmez tatlı bir serinlikle taşır benliklerimizi.
Doğanın bu süregelen döngüsünde Eylül’ün kapladığı alanın, taşıdığı anlamın bir benzerini insan ruhu kendine de uygulayabilse keşke. Kendi ruhunda bir Eylül mevsimi açabilse. Bir ayağı yaşadıklarının, anılarının, iyi yada kötü kazanımlarının, alışkanlıklarının, hayallerinin üzerinde olsa, diğer ayağı sorgulayacağı, zihnindeki öncelik listelerini gözden geçirebileceği, durup nefes alarak kendini belirli sürede herkese her şeye kapatabileceği bir sonbahara adım atsa. Bir Eylül miktarınca bir Eylül kokusu alsa…
Ruhunda bir Eylül sayfası açabilen her insan er yada geç kendi sonbaharını hatta kendi kışını yaşayabilir kendi zihninde. Belki soğuktan tir,tir titreyeceği ama acılarıyla, hatalarıyla, hasretleriyle , pişmanlıklarıyla en önemlisi de korkularıyla gerçekten yüzleşeceği bir kış yaşarsa kişi, ardından gelecek baharda nasıl tazeleneceğini, nasıl yenileneceğini , yeşilin her tonuyla nasıl bezeneceğini bir düşünsenize…
01/09/2016