Acıyı ölçmek istiyorum. Kim daha çok çekebiliyor, kim daha çok dayanabiliyor. Kaç çeşidi var, hangisi daha fazla acıtıyor. Bunları belirlemek mümkün değil. Önemli farklılıklarımızdan biri değil mi zaten, acıyı algılama, yaşama, dayanabilme, bitirebilme gücümüz.

Acının kişiyi olgunlaştırdığı fikrine katılıyorum. Öldürmeyen acının güçlendirdiğine de yaşayarak şahidim. Bize kattıkları değil, bizden alabilecekleri değinmek istediğim. Acılarımız mı tüketiyor bizleri, bizler mi tüketmiyoruz acılarımızı. Zamanı geldiğinde, miadı dolduğunda, azat etmemiz gereken duygularımız olduğuna inanırım hep. Acı bu anlamda öncelikli yerini koruyor, kendi iyiliğimiz için. döne törpülediğimiz acılar, bir süre sonra sırtımızda taşıyamayacağımız yüklere dönüşüyor, anlamadan eziliyoruz altında. Sanki bıraksak, unutsak bizi biz yapan birçok şeye arkamızı dönecek gibi oluruz. Gereğinden fazla sahipleniriz acılarımızı. En tehlikeli yanı ise, çektiğimiz acıların kendimize acımaya dönüşmesi. İster gizli, ister açık kendine acıma eğilimi bağımlılık bile yapabiliyor bazı insanlarda.

Hz.Mevlana’nın bir sözü var;

” İnsan odur ki başkasının incitişiyle incinmesin.Ve insan odur ki incitilmeye müstahak olanı incitmesin.”

Kamil insan sıfatını böyle tarif etmiş bizlere. Öylesine yükseğe koymuş ki  hedef çıtasını, kaçımız ulaşabiliriz, ulaşabilir miyiz? Kim bilir kaç kez okuduğum, ezberlediğim bu cümle üstünde yıllarca çalıştım aslında. İncitilmeye müstahak olanı incitmemeyi başardım bir süre sonra ama, incinmemeyi başaramadım henüz. Hala öğrenciyim. Sadece, bu süreçte, incitebilecek kişileri kafamda elemeyi öğrendim. Canı isteyen, kendini bilmeyen, kısa görüntülerle hayatımdan şöyle bir uğrayıp da geçen kimse kıramıyor, incitemiyor artık beni. Oysa şöyle bir göz gezdirin çevrenize, kaç kişi değmez insanlar yada değmez basit nedenler yüzünden kahrediyor kendini. O bunu dedi, şu bunu söyledi takıntılarıyla sabahtan akşama zor varıyorlar. En temelinden, resmin çerçevesinden bakarsanız değmiyor, inanın değmiyor…

Bir şekilde canımız yanıyor, acı çekiyorsak, acılarımızı yeterinden fazla sahiplenmeyelim, gereken dersi aldıktan sonra onları azat edelim, bırakalım özgür bir kuş gibi kanat çırpsınlar bizden uzaklara. Bu bağlamda, affetme çıkıyor karşımıza. Gerektiğinde diğerlerini, hatta kendini affetmenin ne denli kuvvetli bir ilaç olduğunu ancak deneyenler bilir. Affetmenin rahatlığı ve büyüklüğü, duyulabilecek hiçbir nefretle, alınabilecek hiçbir intikamla karşılaştırılamaz kesinlikle.

Hz.Mevlana gibi büyük bir öğreticinin, hayatın-insanın-var olmanın sırlarına ulaşmış bir Allah aşığının, böylesine özlü sözünü yaşama geçirdiğimizi düşünsenize. Sadece bu cümlenin toplumda vazgeçilmez bir köşe taşı yapıldığını hayal edin. Azalmaz mı sizce de acı verenlerin, acı çekenlerin sayısı? Sizce de küçülmez mi incinenlerin ve incitenlerin miktarı? Dinmez mi biraz olsun akıtılan gözyaşları? Her açıdan zayıflatılmış kişiliklerimiz şöyle bir silkelenip, güç kazanıp, dahada kendine gelmez mi?

İncinmediğiniz ve incitmediğiniz acısız günler, gözyaşlarından uzak tebessümler, sizlerin olsun…

Önceki Yazı                                                               Sonraki Yazı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir