Geçenlerde internette göz attığım birkaç cümle kaldı aklımda.”Hiçbir kuşak seksenlerin kuşağı kadar hızlı nostaljiye düşmemiştir.” diyordu. Haber başlığı seksenlerde çocuk olmaktı sanırım. O yılları hatırlatan ve gerçekten gülümseten yüze yakın resme tek tek baktım. Tabi ki bolca gülümsedim. Film, dizi film, çizgi film karakterleri, sakız, jilet, deterjan reklamları, posterler, albümler, hatıra defterleri, oyunlar, şarkılar, slogan sözler ve daha neler neler…Yazıyı derleyen, cümlesindeki haklılığı, seksenlerin çocuklarının 10-20 yılda yaşadığı hızlı değişimi önceki kuşakların belkide bir ömre sığdıramadığına dayandırıyordu. Seksenlerin çocuğuydum ve bana göre de haklıydı…
Yaşı ilerledikçe bir kişinin (eğer çok mutsuz ve sorunlu geçirmemişse) çocukluk yıllarına özlem duyması son derece doğal. Bende özlüyorum o yılları hemde çok. Anlatmak istesem, tek tek ele almaya kalksam sayfalar süreceğini, belkide okuyanı bıktıracağımı düşünüyorum. Bana özel anıları, detayları , yakınlarımla, dostlarımla bolca paylaşıyorum da zaten. Ama öyle bir şeyi özlüyorum ki o yıllara dair. Hepimizi ilgilendiriyor. Şimdilerde eksikliğini toplumca duyduğumuz bir şeyi, toplumsal huzuru, güveni özlüyorum. Aranızdan bazılarının, hadi canım sende, sağ sol davalarının yüzlerce hayata mal olduğu, peşinden darbenin yapıldığı, ülkenin bir bölümünün olağanüstü hal ile sıkı yönetimle yönetildiği yıllardaki huzurdan mı bahsediyorsun dediğini duyar gibiyim. Evet aynen öyle. Şimdiyle kıyasladığımda özlemeye değer buluyorum cidden. Neden mi?
Bizim kuşağın çocukları hoplaya, zıplaya kendi başlarına okullarına gider, akşama eve organ mafyasının eline düşmeden, tecavüze uğramadan, uyuşturucuyla kandırılmadan, şüpheli bir şekilde ortadan kaybolmadan yine kendi başlarına sağ salim dönerlerdi. Okul dışında, sokakta demek yeterli olmaz mahallede diyeceğim, gönüllerince başlarında birisi beklemeden oynarlardı. Bizim kuşağın ablaları, anneleri, çalıştıkları işyerlerine yine aynı tehlikelere, ilave olarak kapkaça, cinayete uğramadan gider gelirlerdi. Yokluyorum hafızamı, bizim kuşağın babalarında kundaktaki bebesini yada hamile karısını dayaktan öldüreni duymamışım. İstisnalar olmuştur şüphesiz, yaşanmıştır ama böyle potansiyel vahşet makinesi erkeklerin çokluğu görülmemiştir. Bahçelerimizde, depolarımızda, merdiven sahanlıklarında çoğunlukla kilitsiz eşyalarımız bulunurdu, çalınmazdı. Komşu komşuya, insan insana bu denli korkmadan, ürkmeden rahatlıkla ardını dönerdi. Ya şimdi, bir yerden bir yere giderken, evimizde uyurken, köşe başındaki manavdan birşey alıp dönerken, canımıza, malımıza, ırzımıza, çoluk çocuğumuza zarar gelme olasılığı ne? Korku ve şüphe iliklerimize kadar işledi mi? İşlemedi mi?
Seksenlerin çocukları, parkta, otobüste, durakta unutulan çantaların sahibini bulmaya çalışırdı. Eşkiya henüz şehre inmediği için içinde bomba olabileceğini, patlarsa paramparça olabileceğini aklına bile getirmezdi. Gece bekçisinin düdüğü bile sesinin duyulduğu yerde asayişi toparlamaya yeterdi. O zamanın gazetecileri için kayda değer haber bulmak hayli zordu. Komik ama tiraj endişesi ile yapılmış kaç yalan habere şahit olmuştuk. Her yeni güne yeni bir sansasyonla, uyanmaz, dakika başı son dakika haberlerine bakmak durumunda kalmazdık. Olası bir hadisenin etkisi yıllarca sürerdi, bir haftalık hafızayla yaşamıyorduk ve hayret etme arsızı bir topluma dönüşmemiştik henüz.
Kısacası bizim çocukluğumuzdaki sosyal yapımızla, çocuklarımızın şimdi yaşamak zorunda kaldıkları sosyal yapı arasına inanılması öylesine güç uçurumlar girmiş ki son yirmi yılda. Hatırlamakta, hatırlatmakta, tekrarlamakta kesinlikle fayda var. O kadar çabuk unutuyoruz ki aslımızı, özümüzü, yeni neslin kulaktan duymada olsa toplumsal huzurun yaşanabileceğini dinlemesi gerekiyor.