İnsan en kolay kendini kandırırmış derdi annem hep yıllar önce. Daha gençtik, bir çok şeyi algı dünyamıza oturtmaya çalışırken aynı zamanda dünyanın bizim eksenimizde döndüğünü sandığımız yıllardı tabi. Hiç anlamıyordum nasıl yani nasıl en kolay kendini kandırabilirdi ki insan? Yel değirmenleri gibi savaşmıyor muyduk hayatla, diğerleriyle, kendimizle. Bu savaşların içinde hemen her konuda ikna olmak yeterince zor iken nasıl mümkün olabilirdi ki öylece kendini kandırabilmek. Büyüyor insan yaşarken. Biyolojik olanı kastetmediğim malum. Acılar, kayıplar, hayal kırıklıkları, emekler, çabalar, döngüler, umutlar, sevinçler, sevgiler meğer birer vagon gibi sıralanıp takılıyormuş o lokomotifin peşine. Suyun içindeki balıkmışız  meğer. Kendini kandırabilme lokomotifinin içine doğan balıklar. İçine doğarken içinde yaşarken içinde çırpınırken görebilmek ne mümkün. Ama bazı anlar var, yaş almakla yaşanmışlıklarla paralel, ruhlarımıza mıh gibi çakılı kalan anlar. İşte o anlarda her şeyi, kendini bile dışarıdan 3. bir gözle anlık da olsa seyredebilmek mümkün. Ve işte o zaman o lokomotifi görebiliyor insan. Haliyle ilk tepkiler yaşasın, ne güzel, heyo şeklinde olmuyor. Görmekle kabullenmek arasındaki sürede içsel bir süreç, kabullenmekle lokomotifi yönetebilmek arasındaki sürede hem içsel hem dışsal bir süreç var. Sonrası ne mi? Başa dönüyorsun. Aradaki tek fark artık kendini nasıl kolay kandırabildiğini gayet iyi biliyorsun hatta bile isteye gönüllü bir şekilde yapıyorsun bunu her gerektiğinde. Hadi canım ben yapmıyorum ki böyle bir şey diyen sesler duyar gibiyim sanki. Doğrudur, inanılır. Çünkü neydi giriş yaptığımız cümle; insan en kolay kendini kandırır 🙂 30/08/2022

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir