Saklambaç oynardık ya çocukken. “Bulunmamayı değil, bulunmayı isterdim aslında” içten içe ama, çocuk aklınla bunu anlamak, ayırt etmek, bir anlam yüklemek mümkün değil.
Çocuk kalamıyoruz, çocuk masumiyetinde kalabilmek içinse ya akli yeterliliğini hiç almamış olmak ya da sonradan kaybetmek gerekiyor. Akli yeterlilikle birlikte adım attığımız toplumda o masumiyeti adım adım yitire yitire büyüyor, şekilleniyoruz. Toplumun deniz feneri olan sanatçılar, onlarca adım önden giden farkların,ı imzalarını her devirde her zaman gösteriyorlar. Bazen bir şiir dizesi; “Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler” diyor, bazen bir şarkı sözü “Masum değiliz hiçbirimiz” diyor.
Örselene, örselene yürüdüğümüz hayat yolunda istesekte istemesek te, duvarlar, maskeler, parmaklıklar, roller ediniyoruz. Evet roller. Bize biçilen adeta doğuştan kazanılmış roller, bizim biçtiğimiz çoğunlukla tercihlerimizin neticesiyle edindiğimiz roller.
Akıl, mantık, sorumluluk, insan olma, birey olma çerçevesinde var olurken, yitirilen çocuk masumiyetine paralel, yapabildiğimiz en iyi en üst çıta şey, iyi bir insan olmak, iyi bir insan olarak kalmaya çalışmak oluyor. Boğazına kadar kötülüğe, çirkefe bulaşmış dünyada, bütün kötülükleri görerek, duyarak, anlayarak, farkında olarak, sakınarak, sabrederek iyi insan olmaya, ve öyle kalmaya çalışmak. Ruh ne yapıyor peki bu bitmek bilmeyen yetişkin saklambaçları içinde. Ruh saklana, saklana, sobelenmek istiyor. İçindeki çocuğu hayatta tutmaya çalışırken, geçtiği her yola döndüğü her köşeye işaret fişekleri bırakıyor. Ruh dilinden anlayacak, yaralarını saracak, amasız, fakatsız, yargısız kabullenecek başka bir ışığa işaretler bırakıyor.
Bütün ruhlar aslında saklana, saklana sobelenmek istiyor.